20 Mart 2015 Cuma

AVUSTURYA ALPLERİ


Arkadaşlarımın birlikte gidecekleri kişiler yerlerini  iptal  edince bana gel dedikleri Avusturya  alplerindeyim. İsviçre sınırında dağlarla çevrili bir avusturya köyünde ,- Brand-  inekleri olan bir ailenin evinin bir katını kiralamışlar; kocaman bir salon ve üç odalı ağaçtan bir evde kalıyoruz. Ev sahipleri atalarından kalma bu evi restore edip 2 katını buraya kaymaya gelenlere kiraya veriyorlar.
Kaldığımız ev


 
 
 


 Her taraf dağlar ve karlarla kaplı. Etraf gerçekten çok keyifli. Koca koca dağların arasında dar bir vadi ve buraya dağılmış evler, oteller.
Bol miktarda Fransız, Alman turist var. Köyde de evlerin hemen hepsi bizimki gibi kiraya veriliyor, ayrıca pekçok otel de var. Yerleşim yaygın ve bizim evimiz yolun en sonunda. Ev sahimiz Maria'da şeker bir kadın.

Salsburg’dan burası  350 km ve  sayısız tünelden geçilerek geliniyor. Hele bir tanesi tam 15,5km uzunluğunda . Tünele girerken kar yağıyor çıkınca hava güzel .300 m falan aşağıdan çıkıyor .Yani koskocaman bir dağı geçiyorsunuz.

Oysa Brand Zürihten  çok daha yakınmış. Bu ülkelerin niçin Avrupa Birliği olarak birleştiklerini çok iyi anlıyorsunuz. Bir kere tarihte birçoğu aynı imparatorluk içindeymiş. Ayrıca  bir ülkedeki  dağdan kaymaya başlayıp  bir başka ülkeye geçebiliyorsunuz.  Hem kültür hem sınırlar olarak içiçe geçmişler.
Dağda keyif


Tepedeki Kafe


Evet burası bir kayak merkezi. Ben de kaymaya çalışıyorum. İlk gün kaç kere düştüm hatırlamıyorum. Meğer beni zor bir parkura götürmüşler. Burada dağlar çok dik olduğu için kayma alanları da epey dik ve iyi kayakçılara göre. Benim gibi  55 inden sonra kaymaya başlayınları teneşir mi ne paklar bilemiyeceğim ama hiç uygun olmadığı kesin.  Bende zaten yaşları 2 ile 5 arası olan ana sınıfı çocuklarının kaydığı pistlerde kayıyorum . Burada çocuklar  yürümeye başlayınca kaymaya da başlıyorlar. Bundan dolayı veletler bana bakıp gülüyorlar. Çok şeker oldukları için onlara fazla sinirlenmiyorum.


Yeni yürümeye başlayan velet kayıyor
İkinci günü  başarıyla 2 düşüşle  bitirdim. 2 saatlik bir kayma eylemi her tarafımı berbat etti. Hindistan’a giden Feride'nin tedavi merkezine gitsem mi diye düşünmeye başladım.
Burada gerçekten herşey çok klas. Herkes çok kibar. Herşey çok zarif. Her taraf çok güvenli. Dilenciler bile hiç seslerini çıkarmadan önlerinde bir bardakla zarif zarif  oturuyorlar.
İnnsbruck eski şehir
Kar ve rüzgarın çok olduğu bir gün İnnsbruck’a gidiyoruz. Burası dağlık Tirol eyaletinin 120 bin nüfuslu başşehri; Avusturya’nın 5. Büyük şehri. Esas geliri  kışın kar sporları ,yazın yamaç paraşütü, dağlıcılık gibi sporları yapmak isteyen turistlerden. Her yerde kampingler var. 3000 m Alplerin iki yanda yükseldiği,aralarında vadilerin ve yerleşimlerin yer aldığı olanüstü bir doğa. . Şehirlerin renk renk evlerle bezenmesi sanırım soğuğun ve karın tek renkliliğine renk kattığı için.

Ortasında sill nehri geçen  İnnsbruck’un 15 km uzağında savoroski’nin fabrikası ve dünyayı kristalden gösteren   müzesi var. Devasa fabrikanın yanındaki müze maalesef restorasyon olduğu için kapalıydı.Kristalden dünya nasıl görülüyor göremedik ama o kristal gözleri gördük.:))

İnnsbruck’un en önemli caddesi Maria Terasa. Ucunda kocaman,süslü bir kapı var. Devamında da eski şehir bütün gizemi ve şaası ile gezginleri bekliyor.  Bir de Innsbruck'da  dilenciler dikkatimi çekti. Seslerini çıkarmadan kafalarını eğmiş önleri bir kutu koymuş oturuyorlar. Sık sık da rastlıyorsunuz.


 
 Nereye gitsek muhakkak türklere rastlıyoruz. Bir tek bizim köyde rastlamadık. Benzin istasyonu, fırın, supermarket ve de lokanta da rastladığımız Yasemin . İngilizce bilen zor bulununca ve menüler falan almanca olunca bu karşılaşmalar pek hoş oldu.



Bölgenin birinin adı meşhur inek cinsi olan Montafon. Burada nispeten daha uzun ,geniş ve yüksek parkurların olduğu  için burası daha kalabalık ve pekçok şık otel var. Bize de 20 km olunca bizim kayakçılar oraya gidip geldiler. Ben ise yeni başlayanlar için olan pisti ,ana okulu öğrencileriyle kaydım. Hiç mübalağa etmiyorum. Burada çocuklar yürümeye başlayınca ayaklarına kayakları takıyorlar. Ve yanınızdan fırt fırt kayan parmak çocukları görünce moraliniz bozuluyor . Tabi  İzmir'de bizim için kar görmek bile mucize iken burada yılın altı ayı kar var. Yolda yürümek için bile özel kayaklar var.

Anaokulunun Bahçesi



Bir de Almanya'daki marketler Avusturyadakilere göre çok daha ucuzmuş. Yolunuz oralara düşerse haberiniz olsun. Zira hop Almanyada hop Avusturyadasınız.






Lindau İnsel
Yine bir fırtanalı günde arabamıza atlayıp bu sefer de batıya gidiyoruz.  Zürih’e gitmeyi planlamışken konstanz gölünün kenarındaki Lindau ilgimizi çekiyor.

Dilek kilitleri
Lindau İnsel konstanz gölünde küçük bir ada üzerine kurulu ufak şirin bir ortaçağ kasabası. Her yeri ilk zamanlardaki gibi korunan kasaba Unesco koruma listesinde. Bir tarafında aslan heykeli diğer tarafında deniz fenerinin olduğu koy bu mevsimde kuğu ve ördekler taraafından işgal edilse de yazın teknelerin limanı olduğu anlaşılıyor.  Tokatlı bir genç kızın çalıştığı pastaneden ekmek ve tatlılarımızı alarak göl kıyısında piknik yapacağımız bir yer arıyoruz. 

 Lindau Almanya'nın bir kasabası oradan onbeş dakika ileride Bredenz de Konstanz gölünün Avusturya'ya ait kıyısında.. Şarabımızı açıp somonlu sandeviçlerimizi göl kıyısında keyifle yerken martıları ve kuğuları izleliyoruz.


Konstanz Gölü kenarında Piknik
 

 Dönüş yolumuzda otoyoldan değil de normal yoldan gidelim ve güzel bir yerde kahve içelim deyince kendimiz Feldkirch'de bulduk. Burası da çok güzel korunmuş bir kasaba. Tepede bir derebeyi sarayı sizi ortaçağ ortamına taşıyor. Son derece süslü bir belediye binası da kasabaya güzellik katıyor. İstediğimiz gibi, bir kadının işlettiği , çok şık bir kafede kahvelerimiz yudumluyor, hemen hemen her şehirde olduğu gibi burada gördüğümüz nehrin kıyısında keyifli bir kasaba turu yapıp köyümüze dönüyoruz.
28-02-2015   07-03-2015


25 Ocak 2015 Pazar

Kastamonu'dan Sinop'a



FoçaForum’dan arkadaşlar Kasım 2014 başında  Ilgaz ve Küre dağlarına gidiyoruz dediklerinde her türlü programımı iptal ederek onlara katıldım. Sonbaharda daha önce iki kere gittiğim o yerlerde gördüğüm muhteşem renkler ve manzaralardan  her seferinde ilk gittiğim gibi heyecanlanıyorum,  çılgınca fotoğraf çekmek istiyorum. Dönünce de görüyorum ki aynı manzaraları onlarca kere çekmeşim. Bir daha gidişimde becerebilirsem fotoğraf makinamı almadan gideceğim herhalde..
Kastamonu

Mantıcı
Kastamonu meydanı
Bir minibüs ve bir araba ve 12 kişi Çatalzeytin’in Celaller  köyündeki Celal arkadaşın ailesine ait  içinde her türlü gerekli eşyanın olduğu iki katlı, şirin mi şirin ahşap eve yerleştik. Köyde 2 tane Celal adında çok çalışkan , herkesin yardımına koşan kişiler olduğu için köye bu adı vermişler.

Çatalzeytin ilçesi karadeniz kıyısında ortasından geçen nehrin iki yamacındaki dağlarda pekçok küçük yerleşimli yaylanın bulunduğı şirin bir kasaba.

Ilgaz dağları üzerinden gelirken etli ekmek için dağdaki bir aile tarafından işletilen sislerin içindeki ufacık bir mekanda mola veriyoruz.

Kastomunu’da da alışveriş ve gezinti için vakit ayırıyoruz.

Yol boyunca renkler inanılmaz. Kırmızının ,sarının ve yeşilin hemen hemen her tonunu görmek mümkün. Buna gökyüzünün griden maviye tonlarını koyarsanız  renk cümbüşünü hayal edebilirsiniz.

Günlerimiz renk cümbüşün içinde yürüyerek, geceleri bahçedeki ateşin etrafında sohbet ederek son derece keyifli geçti.


Tahsin Amca
ve Günlüğü
Yürüyüşlerimizin birinde civardaki köylerden birine giriyoruz. Kastamonu ve  Sinop’ta ki eski küçük zarif camilerin aksine  köyün 3 katlı çok kötü bir mimarisi olan bir camisi var. Burası yayla olduğu için ve artık hava soğuduğu için köyde ise çok az insan kalmış. Bunlardan birisi 79 yaşındaki Tahsin amca , eşini yeni kaybetmiş. Günlük tutuyor.Yakacak odununu orman idaresinden alıyor , köye ekmekçi geliyor, diğer ihtiyaçları için Çatalzeytin’e 18 km yürüyor, dönüşte 30 tl verip taksiye biniyor. Esra Erol’un evlenme programına çıkıp kendine bir eş bulmaya niyetli.
Evimiz ve Baş ahçımız))
 
 
 
 
 
 
 
 

 
 
 
 


Diğer bir günde suyla çalışan un değirmenini görmeye başka bir köye yürüyoruz.  Grubumuzun  becerikli kadınların yaptıkları muhteşem yemeklerle, bakmaya doyum olmaz görüntülerin içinde yürümekle geçirdiğimiz bu güzel günler için Aksel ve Celal’e ve tabi bu geziyi keyifli yapan bütün dostlara da   çok teşekkür ediyorum.  
SİNOP

Buraya kadar gelmişken şimdiye kadar çok görmek istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım Sinop’a gitmeye karar veriyorum. Dışarda deli dalgaların duvarlarını dövdüğü meşhur cezaevi başlıca görmek istediğim yer. Ancak şehri gezdikten sonra anlıyorum ki Sinop’ta cezaevi kadar önemli çok daha fazla tarih var.

 
Çatalzeytin’den bindiğim minübüsle muhteşem bir dolunay doğuşunun eşliğinde Sinop’a otelime varıyorum. Denizci otel merkeze ve denize yakın şirin bir otel. Minübüste tanıştığı İzmirde okumuş Duygu  beni otelime kadar götürüyor.

Akşam köşedeki balıkçıkçıdan balığımı alıp üst kattaki  lokantaya çıkıp rakımı söylüyorum. Çoğunluğu erkek olan müşteriler dönüp bana bakmıyorlar bile.  Tek başına gezen bir kadın olarak bu çok özel birşey.

Sinop’ta 3 gece 2.5 günün var . Açık büfe güzel bir kahvaltıdan sonra kendimi sokaklara atıyorum. İlk gittiğim arkeoloji müzesi gerçekten çok iyi düzenlenmiş ,güzel bir müze.  Bir  tarih öğretmeninin öğrencileri gezdiyor olması beni çok duygulandırdı.

Sinop’un tarihi MÖ 8000-5000 yıllarına kadar gidiyor.  Adını amazon  kraliçesi Sinova ya da yunan tanrıçası Sinope’den aldığı tahmin ediliyor.Çapkın Zeus Sinope’yi görünce aşık olup  onu Sinop’a getirir ve ne isterse yapacağını söyler. Sinope’de bekaretime dokunma der. Onun için Sinop şehrinin bu güne kadar doğal  güzelliğini korunduğuna inanılıyor.

 Ona ne istediğini soran  Büyük İskender’e gölge etme başka ihsan istemem diyen ve bir fıçıda  yaşayan meşhur filozof Diyojen MÖ 413 tarihinde Sinop’ta doğmuş. Babası kalpazan olduğu için Atina’ya sürülmüş.  Elinde lambasıyla hediyelik eşyaların üzerinde görmek mümkün.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Diyojen

Gerçekten Sinop şehri  ve insanları beni çok etkiledi. Tanıştığım herkes şehirlerinden övgüyle bahsediyor, gece yarısı sokaklarda güvenle dolaşabileceğimi söylüyordu. Nitekim yaşam memnuniyeti üzerine yapılan bir araştırmada Türkiye’nin en mutlu şehri olduğu ortaya çıkmış. Burada yaşayanların %80’e yakını  burada yaşamaktan mutlu olduğunu söylemiş.

Karadenizin tek doğal limanı olan Sinop’tan hem güneş doğuşunu hem de batışını izleyebiliyorsunuz.

Oraya gidince anladım ki ben haritada yeri tam anlayamamışım. Bir kuzeye çıkan burun var. İnce Burun. Birde doğuya doğru bir yarımada uzanıyor.  Sinop burnu. Şehir işte bu yarımadanın üzerine kurulmuş.  Konumu itibariyle çok korunaklı bir liman.  MÖ 7. yy da yapılan surlar ve kale Romalılar dahs sonra Selcuklular zamanında onarılmış. İyi durumda olan kalenin tepesinde bir hoş bir kafe var. Hava soğuk olduğu için pek kimse yoktu ama manzara çok güzeldi.

Şehirde küçük şirin camilerin yanında bir de büyük  bir cami var. Selcuklu imparatoru Allattin Keykubattan adını aln Alaeddin Cami. Cami’nin avlusun bir grup kadın aşure yiyorlardı beni de davet ettiler.  Kuran kursu öğrencileriymiş. Kursta manasını anlamayı değil  kuranı okumayı öğreniyorlarmış. Yalnız başıma sehayat ettiğime çok şaştılar.
Pervane- farsçada kuş emek-  Medresesi hemen Aleaddin Camii’nın arkasında turistik eşyaların satıldığı ,bir kafenin olduğu keyifli bir mekan. Ayrıca el yapımı çeşitli boylarda tekneler de buradan alınabilecek hoş hediyelik eşyalardan en meşhuru.  Ama ben alışveriş yapmayan kötü bir turist olarak orayı dolaşıp çıkıyorum.

Çok özel etnoğrafya müzesini de gezdikten sonra cezaevinin yolunu tutyorum.  Geniş bir alana yayılmış olan şimdiki müze geçmişte  başta Sabahattin Ali olmak üzere Kerim Korcan,İttahat ve Teraki karşıtları gibi pekçok ünlü muhalifi  misafir(!) etmiş. Kaçmak imkanı olmayan şehir surlarının içine yapılan bu cezaevinde ayrıca adi suçtan hüküm giymiş Sandıkçı Şükrü, Abaza Basri,Benli Taci ve Çerkes Hüseyin Ağa gibi meşhur suçlular da yatmış.
Sabahattin Ali'nin hücresi
Müzede koğuşlar ve bahçeler var .Parmaklıklar Arasında  dizisi burada çekilmiş. Onun dekoru ve Sabahattin Ali’nin şiirlerinin yazıldığı duvarlarla süsü odasının dışında pek birşey yok.  Ancak koridorlardaki yazılar çok güzeldi.

“Hatasız insan yoktur.İnsanlık hatasını kabul ve tamir etmekle ölçülür”,”Kusursuz dost arayan dostsuz kalır”,”Ulusun ve yuvan seni bekliyor. Buradan onlara yararlı olarak dön”ve "Kitapsız hayat kör,sağır ve dilsizdir” gibi sloganlar yazılmış.

Sinop’un özel ve güzel yemekleri de meşhur.  Mantı,nokul denen börek,ıslama ve tabi her çeşit balık. Bunları satan fırıncı kadınla sohbet ediyorum bana nasıl yapıldıklarını anlatıyor. Islamayı lokantalarda bulamıyorum. Evde yapılırmış. Kızartılmış yufkanın üzerine tavuk suyu ,eti ve bol cevizle. Zaten cevizi bana döksen ben bile lezzetli olurum. ))


Ak Liman
Hamsilos
Hamsilos
Öğlen, yarısı cevizli diğer yarısı yoğurtlu mantımı yedikten sonra Türkiye’nin nadir fiyordlarından olan  Hamsilos koyuna gitmek istiyorum. otobüs ve minibüs gitmediği için bisiklet kiralayarak gitmeye karar veriyorum.  13 km inişli çıkışlı  deniz kıyısından Sarı kum , Ak liman gibi plajları geçerek keyifli ama biraz yorucu bir bisiklet seyahatiyle  Hamsilos koyuna varıyorum.  Yolda rastladığım turizm üniversitesi öğrencilerini de  orayı görmedikleri için çok ayıplıyorum.

Hamsilos gerçekten görülmeye değer ,denizin içeri girdiği etrafı ağaçlarla bezeli  fil kafasına benzeyen pırıl pırıl bir koy. Yurdumuzun tek fiyordu.   Akşam yorgun olduğum için birşey atıştırıp otelde dinleniyorum.

Tabyalardaki kafe
Sabah bisikletimi tekrar alıp bu sefer diğer deniz kıyısından yarımadanın güney ucundaki Paşa tabyaları denilen 19. Yy da Osmanlı-Rus savaşında denizden gelen tehlikelere karşı yapılmış yarım ay şeklinde 11 top yatağı ,cephanelik ,asker koğuşu olarak kullanılan  mekanı görmeye gidiyorum. Sinop’un bu bölgesinde  zenginlerin  oturduğu şık apartmanlar ve evler var. Burada da yol deniz kıyısından  inişli çıkışlı gidiyor. İnsanlar  yürüyüş yapıyorlar. Tabyaların ortasında  Cumhuriyet muhabiri Cengiz Demirel bey ve eşinin işlettiği zarif  bir lokanta var.Burada  yazın düğün ve benzeri toplantılar yapılıyormuş.

Tabyalar
Seyit Baba türbesi
Bisikletime atlayıp denizde yelken dersi alan çocukları, martıları  izleyerek şehre dönüyorum ve bisikleti geri verip yürüyerek  tepelerdeki Seyit  Bilal türbesine ve seyir tepesinde doğru tırmanıyorum. Yanında ufak bir cami olan türbede  namaz  yeni bitmiş,çıkan erkekler bana iyi günler diliyor. İçeriye başıma birşey bağlamadan giriyorum.  Camilere girilirken başımı örtmek zorunda olmak beni hep rahatsız etmiştir. Bu benim inancım ya da inançsızlığım. Başımı zorla bağlamanın bana ya da camiye nasıl bir faydası olacak hiçbir zaman anlamamışımdır. Sinopta böyle bir zorunluluk olması beni çok mutlu etti. İşte hoşgörü budur dedim.

Tepeden sinop çok güzel görünüyordu. Dönüşte Uğur Mumcu parkının karşısında bir çay içip akşam yemeğimi balıkçıda yemek yiyerek mutlu bir şekilde  otelime gittim.
Maalesef bu güzelim şehir de Nükleer Santral yapılarak mahvedilmek isteniyor. Bütün gelişmiş ülkeler güneş,rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına dönerken biz daha ucuz enerji adına hepimizin hayatını riske atacak nükleer enerji santralları yaptırmak peşindeyiz.
Havaalanı şehre çok yakın. Öğlene kadar vaktim var. Surlara üzerinedeki kafeye çıkıyorum. Kış geldiği için çok tenha. Uğur Mumcu Parkının karşısındaki şehir klübünde oturup hem etrafı seyrediyorum hem de kahvemi içiyorum.