13 Nisan 2009 Pazartesi

YEMEN



Arap Yarımadasının güneyinde yer alan Yemen son zamanlarda turistlerin dikkatini çekmeye başladı. Her ne kadar hala zaman zaman çöl bölgesinde turist kaçırmalar ya da öldürmeler olsa da tarih bakımında çok zengin olan bu ülke gezilmeye görülmeye değer.

Yemen’in başşehri Sanaa’nın Nuh Peygamberin oğlu Shem tarafından kurulduğu efsanesi hala geçerlidir. MÖ 8 yy’dan MS 7 yy la kadar Habeşistan ve Yemen ‘de hakim olan Saba kralığının Kuran ve Tevratta adı geçen, adına filmler yapılan, kitaplar yazılan Saba melikesi Belkıs’ın memleketi Yemen.

Ve tabi bizde de onlarca şarkı ve türkü yakılmış ve 1538 den 1918’ e kadar Osmanlı eyalati olan dağlarında 300 000 askerimizin telef olduğu Yemen..

Toprak rengi evleri,süslü pencereleri ve arabaları, kara çarşaflı kadınları, etek giyen erkekleri, gat, cembiye gibi kendine has özellikleriyle bir ortacağ büyüsü izlemini veren Yemen.

Gezimiz Saba krallığının başşehri olan Mağrib’le başlıyor. Yeni mağrib güvenli olmadığı için orayı gezemiyoruz. Zaten bütün yemen gezisi boyunca polis eşliğinde seyahat ediyoruz. Eski mağrib ‘deki Belkıs’ın Ay ve Güneş tanrıları adına yaptırdığı tapınakları geziyoruz. Belkıs’ın krallığı döneminde burada büyük bir baraj varmış ve nüfüs çok kalabalıkmış. Ancak daha sonra bu baraj kuruyor ve burada yaşayanlar da çeşitli yerlere dağılıyorlar.1986’da yeni barajın yapılmasıyla Mağrib tekrar canlanıyor.

Akşam kaldığımız Mağrib Oteli devlete ait. Öğleden sonra bir odada erkekler toplanıyor. Ne oluyor derken anlıyoruz ki gat saati. Yemen deyince akla cembiye ve gat gelir. Kahvenin yemenden geldiği ise eski zamanlarda kalmıştır. Zira artık Yemen’de kahve ağaçlarının yerine gat tarlaları almıştır. Hem daha uzun zaman yaşadığı için hem de daha karlı olduğu için. Gatı 18.yy da Sufiler kullanmaya başlıyor. Uyarıcı ve enerji verici deseler de esas olarak bir uyuşturucu. Semerkantlı Nurettin gatın sıtmaya iyi geldiğini yazıyor. Hava sıcaksa serin, serinse sıcak tutuyor. 1700-2200 m yükseklikte yetiştiği için Habeşistan,Kenya ve Yemen’de yetişen gat Hollanda, İngiltere ve ABD’ye ihraç ediliyor. Yemenli erkeklerin yüzde doksanı kadınların yüzde yirmisi yanaklarının bir tarafı sarkmış olarak her gün gelirlerinin ortalama yüzde otuzunu verdikleri gatı çiğniyorlar. Anladığım kadarıyla gat ilk çiğnemede enerji verse de dört saat çiğnendikten sonra insanda hoş bir uyuşturucu etkisi yapıyor. Rehberimiz istanbul’u görebilirsin diyor. Ben dört saat ot tadındaki o bitkiyi çiğneyemediğim için İstanbul’u dönünce göremeye razı oluyorum.

Gatın Yemen’lileri uyuşturması yanında çevreye de inanılmaz zararları var. Gatın satıldığı naylon torbalar Yemen’in her tarafını kaplamış durumda.
Ertesi sabah çok erken yola çıkıyoruz. Güneş yükseldiği zaman çöldeki çukurları görmek zorlaştığı için güneş yükselmeden çölü geçmeliyiz. Güneş doğarken Doğu Çölünün kenarındayız. Rahat gidebilmek için arabaların lastikleri indiriliyor.Sonra inanılmaz keyifli bir yolculuk başlıyor. Son sürat ucu bucağı görünmeyen çölde ilerliyoruz. Rehberimiz bir bedevi. Polisler nerede diye sorunca bir bedevi on polise bedeldir diyorlar. Bedevi ve oğlunun klaşinkovları var. Yemen’de hemen hemen herkes silahlı. Devlet engellemeye çalışıyor ama yüzyılın geleneklerini değiştirmek kolay değil. Bizim araba bir ara kuma saplanıyor. Hemen tepeye tırmanıp silah atılarak diğer arabalardan yardım isteniyor. Çölün çıkışında bir lokantada yemek yiyoruz. Yemekler çok lezzetli. Tavuk ,pilav patetes ,kabak ve taze lavaş ekmeği. Yemenliler lavaş ekmeğini kaşık gibi kullanarak yemek yiyorlar.
Buradan Hadramut vadisini geçerek Şibam’a gidiyoruz. Hadramut vadisi 160 km uzunluğunda zaman zaman daralan zaman zaman genişleyen kervanların geçiş yolu. Hadramut, Yemen'in kuzeyindeki en geniş vadi olarak biliniyor. Birçok kabilenin de yaşadığı bu geniş vadide barınan Yemen nüfusu 200.000 kişi. Hadramutlular çok dürüst insanlar olarak biliniyor ve ilginç bir şekilde gat kullanımının en az olduğu bölge.
Şibam, Hadramut bölgesinde çölün ortasında görkemli bir vaha. Yemen mimarisinin en çarpıcı örneklerini görmek mümkün. Burası, yüksek apartmanlarıyla baştan sona balçıktan yapılmış bir gökdelenler şehri.
Şibam 3yy - 15 yy da başşehirmiş. Yemen’in Mahattanı deniyor. 500 evde 7000 kişi yaşıyor. Evler 5-9 katlı. Çamur saman ve ağaç dallarından yapılmış inşaat harikası. Odalar küçük ,duvarlar kalın, tavanda ahşap putreller var. Dağın yamacına yerleşmiş olan Şibam’da çatılar aynı hizada olacak şekilde yapılmış. En üst kat teras, alt kat hayvanlar için ve depo. Evlerin alt kısmı daha kalın giderek daha küçük biriketler kullanılıyor. Her evde bir aile oturuyor.iki ev arasında kadınlar ve yaşlılar için geçit var. Pencereler, sabah güneşin doğusundaki, akşamda batışındaki ışığı alacak şekilde yerleştirilmiş. Kurulan düzen sayesinde gecenin soğuğundan ve günün kavurucu sıcağından içerisi ustalıkla korunabiliyor.Üst katlar, alt katlara oranla daha büyük pencerelerle, pencere açıklıkları daha küçük olan alt katlar ise merdiven aralığından ve duvarların içine yapılmış kanallar yardımıyla havalandırılıyor. Mutfaklar üst kata yapılıyor ki koku eve yayılmasın diye. Unesco koruması altında kanalisazyon yapılmış, su getirilmiş .Kanalizasyon boruları evlerin dışından geçiyor.
Seyun hadramut bölgesini başşehri. Al havla oteline yerleşiyoruz. Ön taraf sahibinin eviymiş. 1967 de sosyalizm gelince kamulaştırılmış. Sahibi Suudi Arabistana kaçmış. 1991 de kamulaştırılan yerler sahiplerine geri verilince ilaveler yapıp otel haline getirilmiş. Güney Yemen 1967 de bağımsızlığını ilan ediyor ve 1979 da dünyadaki tek Sosyalist İslam Cumhuriyeti oluyor. O dönemde özelleştirmeler oluyor ve pekçok zengin yurt dışına gidiyor. Ancak 1990 da Kuzey ve Güney Yemen birleşip Yemen Cumhuriyeti adını alıyorlar ve kamulaştırılan yerler sahiplerine geri veriliyor. Akşam iki kadın bizim için dans gösterisi yapıyor.

Tarim bölgenin önemli yerleşim merkezi. 365 tane cami var. 1972 de kurulan kütüphanede 15 bin islam eseri var. İbni Sina’nın da eserleri olan kütüphanede üçbin de el yazması var. Yemen’lilerin büyük bir kısma Şafi. Şeriat kuralları geçerli. Birden fazla evlilik, iki kadın şahit tek erkeğe bedel ve üç defa boş ol deyince karısını boşayabiliyor .Kadın ancak adam iktidarsızsa ya da karısına bakamıyorsa boşanabiliyor tabii bir de bunu ispat etmesi ve ailesine kabul ettirmesi gerek. Dini nikahı resmi imam kıyıyor ve devlet tasdik ediyor. Son zamanlarda büyük şehirlerde boşanmalar oluyormuş. Evlilikler ailenin onayı ile ayarlanıyor. Kapalı giyinmek İran’daki gibi kanunla düzenlenmiş değil ama gelenekler o kadar güçlü ki kanuna gerek kalmadan herkes kapanıyor. Türkiye’nin Yemen elçisi bir kadın. Türkiye’de başını açsa da Yemen’de aileme saygıdan kaptıyorum diyor. Camiye gitmek zorunlu değil ve din polisi yok. Ama burada da gelenekler kanunlardan daha güçlü.

Ertesi gün hadramut vadisinin en önemli bölgesi olan Duvan Vadisine gidiyoruz. Al Hacarin Bir tepenin üzerine çamurdan evlerle inşa edilmiş küçük bir kasaba.Yollar arnavut kaldırımı. Etrafımızda devamlı bir yığın yalınayaklı erkek çocuklar dolaşıyor. Aile başına düşen ortalama çocuk sayısının 6.97 olduğu düşünülürse bu çok normal. Suret suret diyorlar. Bir süre sonra anlıyoruz ki fotograları çekilsin istiyorlar. Kızlar mahçup genellikle başları örtülü, fotoğrafları çekilsin istemiyor ve uzaktan mahçup bakıyorlar. Daha o yaştan yerlerini biliyorlar.

Hadramut vadisinin sonunda Güney yemenin sahilindeki Mukalla şehrine varıyoruz. Eski şehri geziyoruz. Buzdolabı niyetine evin kuzey tarafına etrafı açık bir çıkıntı yapıyorlar ve en sıcak havada bile et üç gün dayanabiliyor. Deniz kıyısındaki şehirlerde perdelerle kapatılmış balkonlar görüyoruz. Yemende deniz kıyıları hariç balkonlu ev olmadığı gibi pencereler de ya perdeyle kapalı ya da yansıyan camlarla. Üst tarafı ise renkli camlarla süslenmiş ve etrafında beyaz kireçle yapılmış süsler var. Hem böceklerden koruyan hem de dışarıdan çok güzel bir görüntü veren dekorasyon bunlar.

Çarşı inanılmaz renkli. Saat dörtten sonra açılıyor. Biz de o saatte gittiğimiz için etraf siyah çarşaflar içinde kadınlarla dolu. Heryerleri kapalı .bazılarını ellerinde eldiven bile var. Ancak bazılarının yalınayak olması ilginç. Ancak o kara çarşafların altında ne kadar renkli bir dünya olduğunu çarşıda satılan kıyafetlerden ,rengarenk cümbüşünden anlayabilirsiniz.

Mukalla’dan Aden’e deniz kıyısından gidiyoruz. Manzara inanılmaz güzel. Beyaz kum tepeleri, yeşil kaya dağları ve siyah volkanik lavlardan oluşan bir renk cümbüşü. Buralar bakır kaynağıymış. Deniz kıyısında bir tatil yerinde duruyoruz .Balıkçılardan başka kimseyi göremiyoruz . Aden mukalla arası 500km ama 10 saatte sürdü. 15-20 km de bir kontrol noktası ve koruma ekibi değişiyor.Yol çok güzel fazla trafik yok. Şöforler çok hızlı gidiyor. Sollama kurallarına uyan yok.Bereket konvoy halinde gidildiği için öndeki arabanın hızı ayarlanınca mesele kalmıyor.

Yemen’in en güneyi olan Aden’e varıyoruz. Volkanik patlamalar sonucu son derece korunaklı olan şehre Aden kapısı denen iki dağ arasında geçitten girilebiliyor. Aden limanı Yemen açısından çok önemli. Denizcilik bakımından da dünyanın en işlek limanlarından. İngilizler ve Osmanlı bu limanı elde tutmaya çok önem vermişler.

Aden’e su getiren At-Tawila sarnıçları kat kat sarnıçtan meydana geliyor. 18 sarnıç 42 milyon m3 su biriktirebiliyor. Sellere mani olmak için ve su deposu olarak yapılmış. Efsaneye göre Aden Nuh’un gemisinin inşa edildiği liman .Şair Rimbaud paristen ayrılıp 1880 -91 e kadar Aden‘de yaşamış.
1994 de ki iç savaş Adenliler için felaket olmuş. İki aylık kuşatma ve suyun kesilmesiyle Aden teslim olmak zorunda kalıyor. Kuzey Yemen Aden’e girince bira fabrikasını bombalıyor,alkol satan dükkanlar ve lokantalar ,oteller talan ediliyor,eğitime ve kadın haklarına önem veren Güney Yemen’de kadınlar kapanmaya zorlanıyor.

Aden’in tepesinde zerdüştlere ait Sessizler kulesine çıkınca tepeden tüm Adeni seyredebilirsiniz. Zerdüştler tapınaklarının ortasında ateş yakıyor ve akbabalar yesin diye ölülerini etrafına koyuyorlar

Deniz kıyısında parklar ve kafeler de kalabalıklar keyif yapıyor. Hava sıcak çarşaflarıyla denize giren kadınlar görmek zor değil.

Aden’deki 5 yıldızlı Shareton otelinde Sevgililer partisi yemeğine iniyoruz. Bizden başka kimse yok. Dansöz ve abuk giyimli bir kadın şarkı söylüyor. Boyalı saçlar, pullu bir kot. Bir ara çarşaflı bir kadın da dansa kalkıyor.Yeşil sarı kırmızı ışıklar yanıp sönüyor . Çarşaflı kadın dansözün kafasından aşağı bir yığın para atıyor. Usul o herhalde. Bizimkiler de bizim usul para takıyor.

Otelin Bahçesinde 4 genç kıza rastlıyorum. Yüzleri açık. Sanaa’ dan gelmişler. Aden de açıyorlarmış. Çantalarında peçeleri var. Yüzlerini kapatmaları için aileleri baskı yapıyormuş. Erkekler çok kötü diyorlar. Tv kanallarını izliyorlarmış . Kızın biri özel ingilizce dersi alıyormuş.

İki yüksek dağ arasında kurulu olan Taiz Yemen’in en eski ,en zengin ve en modern kentlerinden biri. Bab-ı Musa ve bab al Kabir isimli iki kapı arasındaki surlarla çevrili bölgede çarşısı var. Her türlü alışverişinizi yapacağınız inanılmaz güzel bir çarşı. Her çeşit sebze ,meyve ,gat,kurutulmuş balık, incik boncuk ne ararsan var. Pazarda başka yerlerde görmediğimiz kadın satıcılar renkli örtülerle örtünmüş. Siyah çarşaftan başka bir kıyafet görmek bile insana hoş geliyor. Yemen’deki en kaliteli gat burada bulunurmuş. Tarihi bakımdan çok eski olduğu için pekçok güzel eser var .1175 de Eyyubi kralı Turhan Şah burada yaşmaya karar veriyor daha sonra da Resulilerin başşehri oluyor ve camiler , hamamlar,saraylar,surlar yapılıyor, şehre su getiriliyor ve ticaret merkezi oluyor.

Resulilerden sonra Taiz’ in karanlık dönemi başlar. 1948 den sonra tekrar başşehir oluyor. Özgür yemenliler diye Aden kaynaklı bir örgüt imamlık yönetimine isyan eder. Ve İmam Yahya’yı öldürüp kendi seçtikleri bir imam olan Abdullah Alwazir’i imam seçerler. Ancak Suudilerin desteği ile Yahyanın oğlu İmam Ahmed isyancıları bastırıp imamlığını ilan eder. Taiz’i Yemenin başşehri ilan edip orada oturur. Sarayı bugünlerde müze olarak restore ediliyor . 1948 -1961 İmam Ahmet döneminde çok gelişiyor. 1970 e kadar pekçok elçilik burada kalıyor. İmam Ahmed tam bir diktatör. Bütün vizelere hatta uçakların kalkışlarına bile karışıyor.

Yemenliler içki içmeselerde otellerde bira,şarap satışları var ama fiatları çok yüksek. Beraberimizde getirdiğimiz içkileri yemeklerde içebiliyoruz. Bir tek Taiz’deki Sofitel otelde garsonlar otel sahibi istemediği için izin vermiyorlar.

Moka adlı kahvenin adını aldığı Al Makka şehri eskiden çok önemli bir kahve ihraç limanıymış . Ancak İngilizler 17. yy başında Aden’i işgal edince önemini yitiriyor.
Kahvenin Habeşistan dan geldiği söylense de ticari bir meta haline gelmesi Yemenliler sayesinde oluyor. Kahvenin Avrupada aranan bir içecek olmasıyla Yemen bu talebi karşılayamaz oluyor. Daha sonra kahve Yemen‘den kaçırılacak Srilanka ve Java da üretilmeye başlanıyor. Zamanla gat üretimi kahvenin yerini alıyor. Kahvenin tekrar eski önemini kazanması için çalışmalar yapılıyorsa da pek başarılı olamıyor.,


Limanı gezdikten sonra UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde olan Zabid’e varıyoruz. Zabid koruma altına alınmış ama maddi bir destek yok. Zabid’in her tarafı cami.Her on eve bir cami düşüyor, seksen tane kuran kursu var. Ulucami Muhammed zamanında yapılmış 360 sutundan oluşuyor. Erkekler için kuran kursu var. Benim açımdan Yemen’de en keyifli olaylardan biri Zabid ‘deki kadınlar kooperatifiydi. Yüksek tavanlı büyük, tertemiz bir bina. Geldiğimiz duyan kadınlar çarşafları içinde koşarak geliyorlar. Kumaş dokuyorlar,sepet örüyorlar,iş işliyor ve bunları satıyorlar. Ben Fatma’nın yaptığı küçük bir sepeti alıyorum ve ilk defa bir Yemenli kadın, Fatma, sürmesiz gözleri ve çarşafıyla bize cesurca poz veriyor. Binbir gece masallarının çekildiği evin bahçesinde kuran kursu gören çocuklara rastlıyorum. Fotoğraf çekmek isteyince küçük kızlar yüzlerini kapatıyor., Zabid kalesi, müze, imam sarayı, hamam, beyaz kufi yazılarla süslü cami gezdiğimiz yerler arasında. Yolda peşimize takılan ingilizce bilen Mustafa ile konuşuyorum. Evlenmek için başlık parası gerektiğini söylüyor. Başlık parası Yemen şartlarına göre yüksek bir para. Bir milyon riyal civarında. Dörte bir düğün için , dörte biri yeni evin masrafları için geri kalan geline kalıyor. Gelin de bu parayı kolay kolay eşine vermiyor bir nevi hayat garantisi olarak saklıyor.İslama göre dört evlilik serbest olduğu halde Yemenliler genelde tek eşli. Başlık parasından dolayı sanıyorum. Ayrıca Mustafa kızlarla tanışmak için bir yol bulmuş. Kızları tenha bir yere çağırıyormuş ve güzelsen yüzünü aç diyormuş. Her kısıtlamanın bir kolayı bulunuyor.

Genelde evlilikler aile içinde karara bağlanıyor. Bazı büyük şehirlerde ailesinin bilgisi dahilinde arkadaşlık edebiliyorlar.
Zabid üniversitesi İslam ilmi açısından çok önemli.

Zabid’den çıkıp yeşillikler içindeki Tihama vadisini geçiyoruz. Burada evler sazlardan yapılmış ve çoban kadınlar siyah çarşaflarının üzerine sazdan sivri uzun küllahlar giyiyorlar. Yasak olmasına rağmen bu bölgede kadın sünneti yapılıyormuş.

Hudayda Yemen’in önemli limanlarından ve dünyaca ünlü balık pazarının olduğu şehir.Sabahları balık halinde mezat oluyor. Renk renk boyanmış kayıklar limanda. Zaten Yemen’de kapılar, pencereler, kamyonetler, tahta arabalar hepsi renk renk boyalı.Balık pazarında çeşit çeşit balıklar var. Köpek balığından en küçük balığa kadar. Hudayda da Türklerden kalan evler var.Çarşısı çok zengin. Naylon torba içinde pişmiş mercimek ve nohut satıyorlar. Öğlen yemeğini deniz kıyısında yiyoruz. Artan yemeklerimizi istemek için bir kadın ve iki küçük çocuk geliyor. İçimiz parçalanıyor. Bütün fakirliklerine rağmen orada unutulan para dolu çantayı lokantaya bırakıyorlar.

Manakha dağların tepelerine kurulmuş tipik bir yemen kasabası. Yol üzerinde bütün dağlar teraslı gat, kahve ve mango ağaçları var. Manakha’ya yakın 1700 yılından kalma Haccara’nın bir yamaca kurulmuş toprak evleri, süslü pencereleriyle büyülü bir manzarası var. Her taraf küçük dükkan; birşeyler satılıyor; kolunuzdan tutup çekiyorlar. ‘Make me happy. look at my shop’ standard cümle. Burası türklerin önemli bir istihkam merkeziymiş. Zaten Yemen’deki kalelerin büyük bir kısmı Türkler tarafından savunma amacıyla yapılmış.

Manakha da ki tek hostelde iki odaya bir tuvalet düşüyor. Rehberimiz hepimize çarşaf dağıtıyor ama odalar ve çarşaflar temiz. Akşam yemeğini büyük bir salonda diğer turistlerle birlikte yiyoruz. Ayakkabılarımız çıkarıp yer soframızda yerimizi alıyoruz. Ortaya menemen, fasulye ,bamya , et, pide, patates kızartması, ballı ekmek ve meyvadan oluşan tabaklar konuyor.
Bir süre sonra ut ve ritim eşliğinde müzik başlıyor. Cembiyelerle kılıç kalkan oyunlarına benzer halk oyunlarından bir gösteri sunuluyor. Bizim şöferler de kalkıp oynuyorlar. Ayrıca daha sonra bizleri de kaldırıp oynatıyorlar.Tabi cembiyesiz kadın oyunları bunlar. İsteyen alkolsüz bira içiyor. Yemen kültürünün bir diğer karakteristik özelliği de cenbiye. Hemen hemen her erkeğin belinde asılı duran bu kama, Yemen'de bir numaralı erkeklik göstergesi. Sünnet olduklarında bellerine takılan bu kamayı, erkekler tüm yaşamları boyunca taşıyorlar. Erkeklerin bu vazgeçilmez aksesuvarı, bir kez kınından çıkarıldı mı, geleneğe göre mutlaka kana bulanması gerekiyor. O yüzden en ateşli kavgalar sırasında bile cenbiye kullanılmamaya çalışıyor. Yemen'de her iki erkekten birinde, mutlaka tam otomatik ya da makineli tüfek var.

Habbab tur programlarında pek olmayan ama gezilmesi gereken bir yer. 3.yy da karavan yolu üzerinde bir durak olarak kuruluyor. Daracak sokakları, hala kandil islerinin göründüğü abbaraları, antik taşlar kullarak yapılmış evleri ile ortaçağdan kalma bir ortama giriyorsunuz. Elektrik 1985 yılında gelmiş ,su borusu da döşenmiş ama kireçlendiği için kullanamıyor. Köylüler yine çok eskiden kalma sarnıçları kullanmaya başlamışlar. İki sarnıç var birini hayvanlar , diğerini insanlar kullanıyor.
Yemen evlerinin sızdırmazlığı gudad denen bir nevi alçıyla sağlanıyor. Çatılar,evlerin içleri,sarnıçlar,banyolar ve kanallarda bununla sızdırmazlık sağlanıyor. Gudad yapımında kireç iki hafta devamlı karıştırılarak söndürülüyor sonra da etraftaki ince kum ya da volkanik küllerle karıştırılıyor. Sürüleceği zeminin çok temiz olması gerekiyor ve iç duvarlara 5-10 cm kalınlığında sürülürken çatılara 15 cm kalınlığında sürülerek sızdırmazlık sağlanıyor. Daha sonra bir ay süresinde sık sık çakıl taşlarla zımparalanarak mermer gibi oluyor. Gudad usulüne uygun yapılırsa yıllarca dayanıyor Habbab daki sarnıçlarda bu usul yapıldığı için 3yy beri kullanılıyor.

Eski Sanaa herhalde görülebilecek en güzel yerlerden biri. Binbirgece masallarını andıran surlar içinde,toprak rengi ve beyazın olağanüstü bir ahengiyle bezenmiş bir şehir. Her yerden minareler yükseliyor. Çarşı bölge,bölge ayrılmış. Altıncılar, cembiyeciler,kumaşcılar vs. Meydan ise kalabalık. Satıcılar, kahveler, insanlar. Saatlerce keyifle dolaşabileceğiniz bir mekan.

Osmanlılar zamanında hastahane olan bir bina güzel düzenlenmiş bir müzeye dönüştürülmüş. Erkek heykellerin cinsel organları kapatılmış. TV’ye röportaj yapan bir genç kız beni yakalıyor. Başı pembe bir örtüyle kapalı. Bu az görülen bir manzara. Ben bu arada grubu kaybediyorum. Müzenin kapısında şaşkınlığımı gören herkes bana yardıma geliyor. Turist polisi otele götüreyim diyor. Ancak ben nasılsa beni bulurlar diye orada beklemeyi tercih ediyorum. O arada bana ikram izzet halindeler. Kendimi prensesler gibi hissediyorum.

Mumyaların sergilendiği Sosyal Bilimler fakültesini ziyaret ediyoruz. Güzel sanatlar, İngilizce ve Arkeoloji eğitimleri veriliyor. Bahçedeki kızların bazıları renkli eşarplarla başlarını örtmüşler. En ilginci de kapının önünde bir panoya kayıp pasolar asılmış , kız öğrencilerin yüzleri kağıtla kapatılmış. Arkeolji bölümünde beş kadın öğretim görevlisi var. Erkek ve kız öğrenciler aynı sınıfta ama ayrı sıralarda oturuyorlar. Okuma yazma oranının çok düşük olduğu ülkede (1990 verilerine göre toplam nüfusta:%38, erkekler: %53 ,kadınlar: %26) üniversitede okuyan kızları görmek beni mutlu ediyor. 20 sene önce kızlar ancak 7 yaşına kadar okula gönderiliyormuş.

Osmanlı Devleti'nin Yemen üzerindeki hâkimiyetinin son bulduğu tarihte Zeydilerin dini lideri olan İmam Yahya 24 Şubat 1924'te kendisini Yemen kralı ilan ediyor. Onun yönetimi 14 Şubat 1948'de öldürülmesine kadar sürüyor. Yemen’in sembolü haline gelen yazlık sarayı 1930larda Dahr vadisinde 20 metre yüksekliğinde bir kayanın üzerine inşa edilmiş. Dışardan görselliği ne kadar olağanüstüyse içeriden de Dahr vadisine bakmak o kadar keyifli. Bahçede genç kızlarla arkadaşlık ediyoruz. Yüzlerini göstermiyorlar ama ellerindeki kına desenini çekmeme birşey demiyorlar.
İnsana hüzün veren bu büyülü ülkeyi gezmeyi herkese tavsiye ederim.

SABA MELİKESİ BELKISIN TORUNLARI SABA YEMENLİ KADINLAR

Arap Yarımadasının güneyinde yer alan Yemen son zamanlarda turistlerin dikkatini çekmeye başladı. Her ne kadar hala zaman zaman çöl bölgesinde turist kaçırmalar ya da öldürmeler olsa da tarih bakımında çok zengin olan bu ülke gezilmeye görülmeye değer.
Yemen’in başşehri Sanaa’nın Nuh Peygamberin oğlu Shem tarafından kurulduğu efsanesi hala geçerlidir. Adına filmler yapılan kitaplar yazılan Saba melikesi m.ö 8 YY’dan M:S 7 yy la kadar Yemen ‘de hakim olan Saba kralığının Kuran ve Tevratta adı geçen kadın yöneticisi.

Yüzyıllar önce Saba Melikesi Belkıs gibi bir kadın tarafından yönetilen, pekçok kadının önemli görevlerde bulunduğu bu ülke bugün dünyanın en fakir , kadın hakları açısından en geri ülkelerinden biri.

Nüfüsun çoğunun Şafi ve Zeydi olan Yemen’de okuma yazma oranı %38. Bu oran kadınlar da %28’e kadar iniyor. Her ne kadar son zamanlarda doğum kontrolu yapılmaya başlasa da kadınlar ortalama 7 çocuk doğuruyor ve her yüz çocuktan yedisi ölüyor. Milli gelirin 800 dolar, ortalama ömrün 60 sene olan ülkede yukarıdaki rakamları da dikkate alırsak kadınların durumunu algılamak daha kolay olabilir.

Yemen’de bütün kadınların başı örtülü.. Büyük bir çoğunluğun gözleri görülecek şekilde yüzleri de kapalı. Hemen hepsinin üzerinde hicap denen siyah palto,başörtüsü ve eldiven var. Siyah çarşafın arasından yalnızca güzel ,sürmeli gözler görünüyor . Küçük kız çocukları bile başlarını örtüyorlar. Köylerde tarlada çalışan,çobanlık yapan kadınlar dahi siyah hicap içinde başlarında uzun hasır şapkalarla çalışıyorlar. Ancak bu kara çarşafların içinde ne kadar renkli bir dünya olduğunu yemen çarşılarını gezdiğinizde anlıyorsunuz. Bütün çarşı allı pullu, rengarenk giysilerle dolu. Ayrıca kına da kadınların önemli bir süs aracı. Fotograflarını çektirmeyen kadınları zar zor ikna ederek ellerindeki süslü kınaları çekebildim.

Köylerde kara çarşaf yerine kadınlar renkli bir örtüyle örtünüyor. Büyük şehirlerde yüzleri açık olan az sayıda kadın ise başlarına renkli eşarplar bağlıyorlar. Bunlar genellikle okumuş kadınlar .

Kadınları başlarını kapatmaya zorlayan bir kanun yok dediler. Ancak geleneklerinin, dini inanışlarının ve cehaletin etkisiyle kadınlar kapanıyorlar. Nitekim Türkiye’nin Yemen büyükelçisi bir kadın ve resmi yemeklere başı açık gidiyor ama memleketine gittiğinde ailesine ve çevresine saygıdan dolayı kapandığını söylemiş.

Konuştuğum liseli kızlar ailelerinin yüzlerini açmasına müsade etmediğini,erkeklerin çok kötü olduğu ve onlardan sakınmak için kapanmak gerektiğini söylediler. Evlilikler de ailenin kararına göre oluyor. Aden ve Sanaa gibi büyük şehirlerde yine ailenin onayı ile gençler son zamanlarda evlenmeden arkadaşlık etmeye başlamışlar. Zabid de konuştuğum bir genç adamın bana anlattığına göre kızlara mektup yazıp tenha bir yere çağırıyormuş.’ Güzelsen yüzünü aç bana göster’ diyormuş. İstenirse yasaklar hiçe sayılıp her zaman bir ara yol bulunuyor.

Evlenirken başlık parası her kadın için veriliyor. Bu paranın dörte biri üç gün üç gece süren düğün için, dörte biri yeni evin ihtiyaçlarında kullanılıyor. Yarısı ise evlenen kadının oluyor. Bu başka bir güvencesi olmayan kadının bir nevi dayanağı. Zira Şeriat kurallarının işlediği ülkede erkekler rahatça boşanabilirken kadınlar kocaları iktidarsızsa ya da geçimini sağlayamıyorsa ancak boşanabiliyorlar. Bunun için de kadıyı ikna etmeleri gerekiyor.

Dini nikahla evleniliyor. Dini nikahı kılan özel seçilmiş imamlar var. Daha sonra bu nikah kayıtlara geçiyor ve evlilik cüzdanı alıyorlar. Erkeklerin dört kadın alma hakkı var. Sanırım başlık parasının yüksekliğinden bizim tanıştığımız erkeklerin tek karısı vardı. Tihama bölgesinde hala kadın sünneti yapılan köyler var. Zinaya kanunda bir ay ceza var ancak aileler zina yapan kadını öldürüyorlarmış. Pekçok erkeğin silahlı olduğu ülkede bu çok zor olmasa gerek.

Güney Yemen 1967 den 1990 a kadar sosyalizmle yönetiliyor. O dönemde bazı kadınlar başlarını açıyorlar. Ancak 1990 dan sonra tutucu Kuzey Yemen’in ülkede yönetimi ele geçirmesiyle yine eski gelenekler ağır basıyor. Rehberimiz sosyalizmin aile düzenini bozduğunu söyledi. Misafirliğe gidildiğinde erkekler ve kadınlar ayrı odalarda oturuyorlar. Okullarda da sınıfın bir tarafı kadınlara bir tarafı erkeklere ayrılıyor.

Yemen oldukça muhafazakar Müslüman bir ülke olmasına rağmen kadınların kanun önünde erkeklerle bazı konularda eşit hakları var. Seçme seçilme,işe girme gibi. Ama bu hakların hayata ne kadar geçtiği tartışılır. Kadınların yüzde 42 si seçmen olarak kayıtlı ama yerel seçimlerde ancak yüzde 2 kadın aday çıkmış. 2006 yerel seçimlerinde 5000 aday içinden 164ü kadınmış ve bunlardan ancak 38 i başarılı olmuş. Kayıtlara göre 170 adet kadın hakları için çalışan çoğunun başında kadın olan STK var. Bu kuruluşlar kadınlar için kota istiyorlar ve seçimler öncesi Sana da büyük bir yürüyüş düzenliyerek daha çok kadının parlementoya seçilmesini talep ediyorlar. Rehberimizin verdiği bilgiye göre şu anda 301 kişilik parlementoda üçü iktidar ikisi muhalefet partisinden 5 kadın milletvekili var. Geçen dönemde ise bir bakan kadın varmış ama bu dönem kabinede hiç kadın yok. Tabi her yerde olduğu gibi burada da pekçok kişi kotaya karşı. Haketmedikleri yerlere kadınların gelmemesi bahanesiyle.

Nüfusun yüzde 50sini oluşturan kadınlar resmi rakamlara göre ancak çalışan nüfusun yüzde 25 ini oluşturuyor. Hukuk çalışanları içinde ise bu oran çok düşük. 918 savcının 19 ‘u, 1008 hakimden de 16’sı kadın. Ziyaret ettiğimiz arkeoloji bölümünde 5 kadın öğretim görevlisi vardı. Devlet dairelerinde çalışanların ise yalnızca yüzde 3ü kadınlar.

Yazımı içimi ısıtan Yemenli kadınlar adına bir ümit ışığı olarak gördüğüm Zabid şehrindeki kooperatif ile bitirmek istiyorum. Kadınlar kooperatifi eski bir binanın içinde pırıl pırıl ,ışıl ışıl. Kadınlar el ürünlerini sergilemişler. 4-5 tane dokuma tezgahı var. Orada dokudukları kumaşları, işledikleri örtüleri, el ürünleri satıyorlar. Geldiğimizi duyunca siyah hicapları içinde binaya doluştular. Benim aldığım el örmesi sepeti Fatma yapmıştı. Fatma kahramanca karşımıza geçip siyah hicabı, sürmesiz gözleri ile fotoğraf çektirmek istemeyen arkadaşlarına inat bize poz verdi. Bunun ne kadar cesur bir davranış olduğunu anlamak için Yemen’de bulunmuş olmak yeterli. Yemenli kadınların önünde dünyanın pekçok ülkesindeki kadınlar gibi gidilecek çok yol, kırılacak çok tabu, yapılacak çok mücadele var. Bu zorlu yolda onlara en iyi dileklerimi yolluyorum.

Şubat 2008
Nergiz savran Ovacık
SOSYALİZM, SALSA, PURO

Küba Kanadalılar,Avrupalılar için pırıl pırıl denizi ,beyaz kumlu uzun kumsalı ile ucuz tatil beldesi, dünyadaki sosyalistler için ise ABD’ye karşı direnişini imrenerek izledikleri sosyalizmin son kalesi.

Nedense Kastro ölmeden Küba’ya gidilmeli gibi bir duygum varken 68 Dayanışma Derneği’nden arkadaşlarım 1 Mayıs’ta Küba’da olacağız deyince bana da içim pırpır ederek bavulumu toplamak düştü. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen eski dostlarla yıllar sonra buluşup Yeşilköy Havaalanında kucaklaştık. Madrid aktarmalı gidiyoruz. Madrid’in Gaudi tarzı yapılan yeni havaalanı deniz , rüzgar ve gökkuşağı izlenimi veren, Havana’ya gidiyor olmanın sevinci de yüreğinizdeyse, kendinizi uçuyor gibi hissettiğiniz bir mekan.
24 saatlik bir yolculuktan sonra Havana’nın en lüks oteli Nacional Hotel’ e varıyoruz. Sosyalizm öncesi Amerikalı gangsterlerin , Amerikalı zenginlerin kumar oynaması için yaptırdığı , her türlü lüksü yerinde ,mozaikleri ve mimarisiyle kendinizi İspanya ‘da hissedebileceğiniz bir otel..
Ve ilk mojito’yla tanışıyoruz. Küba’nın geleneksel turist içkisi. Kübalılar da mojito içiyorlar mı acaba? Ama rom içtikleri kesin. Zira zaruri ihtiyaçlar listesinde eskiden rom da varmış. Mojito rom, soda ,nane ve bol buz ile yapılıyor. Serinlemeye de yardımcı olduğu için hemen hemen her molada içiyoruz.
İlk gece yemekte balık, pilav, siyah mercimek, lorlu bir meyva tatlısı var ve tabii müzik. Küba demek müzik demek. Bir deyişe göre Kübalılar yürümez dans eder, konuşmaz şarkı söylerlermiş. Her oturduğunuz kafede , lokantada bir müzik grubu oluyor . Olağanüstü müzik yapılıyor. Che, Quanteramera başta olmak üzere kimisi sırf enstrümantal, kimisi çok sesli . Bir grup yarım saat kadar çalıyor ,arkasından CD sini satıyor ve bahşiş topluyor. Sonra başka bir grup geliyor. Size de keyifle içkinizi yudumlamak ya da yemeğinizi yemek düşüyor.
Ertesi günü Devrim müzesini ziyaret ediyoruz. . Eski Batista’nın Sarayı devrim müzesi olmuş. Neler neler yok. Yedikleri içtikleri tabak çanak, her türlü evrak, giysiler, fotoğraflar .. Hepimiz duygulanıyoruz. Bahçede meşhur Grandma teknesi. Hani şu 82 kişinin Meksika’dan binip geldikleri ufacık tekne. Yanlış yere çıktıkları için 70 devrimcinin öldürülüp Kastro , kardeşi ve Che’nin kurtulduğu tekne. Eğer turistik yerlerden kurtulursanız Küba’da her yer devrim kokuyor. Hemen hemen hiçbir yerde Kastro’nun fotografı ya da heykeli yok . Bu bana çok iyi geliyor. Zira Suriye’de her yerde Sedat ve oğullarını görmekten –ki bir de kızı var- içime fenalık gelmişti.

Öğlen Çin mahallesine gidiliyor. Biz yemek yemektense sokaklarda dolaşmayı, havayı koklamayı tercih ediyoruz. Çarşı bizim ülkemizle karşılaştırırsanız fakir. İlk izlenim böyle. Ama düşününce, etrafa bakınca sanki herkesin her şeyi var gibi. İnsanlar fakir görünüyorlar ama inanılmaz bir mutluluk var. Herkes güler yüzlü. Özellikle kadınlar çok süslü.
Öğleden sonra gittiğimiz Modern sanat müzesi üç katlı. Klasik eserlerden modern eserlere giden bir şölen izliyorsunuz.

Öğleden sonra merkez komitesi dostluk evine gidiyoruz. Devletle en ciddi bir araya gelişimiz bu. . Küba’da tıp okuyan Ceren bize tercümanlık yapıyor. 15 kişilik bir gruptan gitar konseri dinliyoruz. Şef özel olarak grubun Komünist Partiden bağımsız olduğunu belirtiyor. Saçları uzun ve at kuyruğu. Biliyoruz ki rejimin aydınlara karşı toleransı geçmişe göre çok fazla. Bu da Küba’da sanatı eskiye göre çok geliştiriyor.
Kastro 1980 yılında kapıları açıyor ve isteyenler ABD ye göç ediyor. Bu arada pek çok zengin Kübalı da evlerini bırakıp gidiyorlar. Bu evler halka veriliyor, bir kısmı da parti faaliyetleri için kullanılıyor. İkisini gördük. Biri dostluk evi. Diğeri de gençlik merkezi olarak kullanılıyor.

Bahçesi ucuz eğlenmenin ve dansın mekanı olan Amistat gençlik merkezi. ..1 mayıs öncesinde bile 15 kişilik bir orkestra gençler için çalıyor ve herkes dans ediyordu. Havana çarşısında ucuz salsa için el ilanı dağıtırlarken görürseniz bilin ki Amistat kastediliyor . Bu evde büyük bir aşkın hikayesi var. Katerina evli . Barona aşık oluyor. Katolik olduğu için kocasından boşanamıyor ama bütün Havana’nın protestosuna karşılık Baronla yaşıyor. Baron’da sütunlarının kumu Nil’den, mermerleri İtalya’dan, ferforje ve camları Fransa’dan getirilen bu evi Katerina için yaptırıyor.
Otobüsler parasız ve genellikle tıklım tıklım. Bir de uzun tırlardan yapılma, adına metro denen arabalar var. Turistlerin binmesi yasak deniyor ama bence binerseniz kimse bir şey demez. Ayrıca isteyenler arabasıyla yolcuları bir yerden bir yere taşıyorlar. Dolmuş gibi bir şey. Geçerken gideceğiniz yeri sesleniyorsunuz o tarafa gidiyorsa sizi alıyor. Bu taksiler turistleri almıyor. O yasak zira devletin taksileri var. Onların tarifesi de turist bütçesine uygun. Her takside taksimetre var ancak bazı açıkgöz taksi şoförleri taksimetreleri aynanın arkasına ya da aşağıya bir yerlere gizliyor. Siz de pazarlık edip üçe gideceğiniz yere beşe gidiyor ve seviniyorsunuz. Taksici de taksimetreyi açmadığı için o parayı cebine atabiliyor. Küba bir bakıma bir araba müzesi. Cadilac, Chevrolet gibi arabaların çok eski modelleri hala taksi olarak kullanılıyor. Fazla benzin harcayan ve çevreyi kirleten bu arabalar yerine Çin’den araba alınacağına dair açıklamayı gazetelerden okumuşsunuzdur.

Küba’da hemen hemen bütün işletmeler devlete ait. Ancak teknoloji gelişmediği için bu işletmelerin denetlenmesi için çalışanlar kadar denetçi ordusu var. Ayrıca her çalışanın elinde cetvel şeklinde defterler var. Her yaptığı işi , aldığını, verdiğini , taksi şoförleri gittiği yeri yazıyorlar. O kağıtları nasıl beceriyorlarsa bir şekilde denetliyorlar herhalde . Ayrıca Güney Amerika ikliminin sıcağından olsa gerek herkes çok yavaş hareket ediyor. Ama yüzlerinden gülümsemeleri hiç eksik değil.

Küba 1991 e kadar şeker üretiyor ve Sovyetler Birliğine satıyor ve karşılığında halkının her türlü ihtiyacını alıyormuş. Ancak Sovyetler Birliğinin parçalanmasından sonra çok zor bir dönem geliyor. Çok sıkıntı çekiliyor. Yiyecekler karneye bağlanıyor. Daha sonra kapılarını turizme açıyorlar. Bu yıllarda yılda 2.5 milyon turist geliyor. Turizm ülkeye gelir getiriyor ama yozlaşmayı da beraberinde. Benzer durumu Çin Halk Cumhuriyet’inde de gözlemiştim.

Küba’nın başka bir çaresi de pek yok gibi. Ancak yavaş yavaş bazı sanayi yatırımları yapıyorlar. Venazuella ucuz petrol vererek Küba’ya destek oluyor.
Ülkede çok ilginç bir sistem kurulmuş. Kanımca bir ekonomi dehası. İki çeşit para var. Biri küba pezosu (cp), diğeri değişebilir pezo( cvp) dedikleri turistlere verdikleri bir para. Bundan önce turistlere yönelik dolarla alışveriş yapılan dükkanlar varmış ve bunlara Kübalıların girmesi yasakmış. Ancak şimdi böyle bir durum yok . Herkes her parayı kullanabiliyor . Ancak lüks maddeler değişebilir pezo (cvp) ile satılıyor .Bu para da normal pezonun 25 katı. Maaşlar 250 cp ile 600 cp arasında.Doktor ve profesörler en yüksek maaşı alanlardan . Kastro 900 cp alıyormuş. 250 cp 25 avroya denk geliyor. Ancak Küba’nın en zenginleri turizm sektöründe çalışan garsonlar, taksi şoförleri ve müzisyenler.
Bizim kriterlerimizle düşündüğümüz zaman aklımızın ermediği bir durum ortaya çıkıyor. Zira etrafınıza baktığınızda evsiz , üstü başı perişan ya da aç insan yok. Tam tersine hele kadınlar o kadar şık ki. Nasıl oluyor da 25 avroyla geçinebiliyorlar diye şaşıyorsunuz. Ancak devlet pek çok şeyi sübvanse ediyor . Sokaklarda kuyruklar görüyorsunuz. Bunu bir süre sonra anladık. Devlet herkese 1 cvp karşılığı pirinç, fasulye , şeker , tavuk, sabun,diş macunu kişi başı ayda 7 yumurta, her gün bir ekmek , yedi yaşına kadar olan çocuklara her gün bir litre süt vb . veriyor. Gördüğümüz kuyruklar onları anlamaya gelen insanlar. Hatta kısıtlama günlerinden önce bu listede rom ve puro bile varmış.

Eğitim 5 yaşında başlıyor ve 9.sınıfa kadar zorunlu. İngilizce dersi var. Eğitim her aşamada parasız. Okuma yazma bilmeyen yok. Çok ucuz lisan kursları var. Turizmde çalışmak için İngilizce şart.

Küba’nın koruyucu hekimlik esaslı tıp sistemi bütün dünyaya örnek. Her 150 kişiye bir aile doktoru düşüyor. Ülkeyi ağ gibi ören sağlık merkezleri ilk teşhis ve tedaviyi yapıyor. Teşhise yönelik her türlü ekipman bu merkezlerde mevcut. Bu doktorların ya da sağlık merkezlerinin yetersiz olduğu durumda , hasta daha büyük ve teşekküllü bir hastaneye kaldırılıyor. Doğumda bebek ve anne ölümlerinin en düşük olduğu ülkelerden biri. Ortalama ölüm yaşı da erkeklerde 75 kadınlarda 77 ki bu da dünyanın gelişmiş ülkelerine yakın. Türkiye’den de bir heyet bu sistemi incelemek için gitmiş.

Ayrıca Küba dünyanın pek çok fakir ülkesine 2 yıl ücretsiz doktor yolluyor. ( 6 Latin Amerika,13 Afrika ,1 de Asya ülkesi) 25 bin Kübalı doktor yurt dışında, bunlardan 15 bini Venezuela’da.

Akşam Tropikana müzik kulübüne gidiyoruz. Giriş yemekli 70, yemeksiz 50 cvp . Saat 22-24 arasında şarkılar ve dans gösterisi. Burası Küba’nın Amerika’nın kumarhane ve kerhanesi olduğu günlerden kalma bir gece kulübü. Muhteşem kadınlar ,bir renk ,ışık ve müzik cümbüşü. İki saat nasıl geçti anlamıyorsunuz. Sosyalist arkadaşların homurtularına rağmen ben çok keyif alıyorum. Zira her şey o kadar estetik ki.

Ertesi gün Havana’dan dört saat uzaklıktaki Santa Clara şehrine hareket ediyoruz . Che’nin mezarı buraya getirilmiş. Basit bir anıt.ve büyük bir meydan. Yerdeki karolar el ele tutuşan insanları sembolize ediyor . Meydandaki 60 palmiye Che’nin mezarı 60. yaş gününde buraya taşındığı için dikilmiş. Büyük bir taş anıt üzerinde Küba mücadelesini anlatan figürler. Altında ufak bir Che müzesi ;silahları, mektupları,matarası,kıyafetleri ve mezarı .. Devrim sırasında ölen diğer yoldaşlarıyla beraber duvara fotoğrafları konmuş. Che’ninki biraz daha büyük ve ortada. Küba’da Kastro’nun heykeli ya da büyük fotoğrafları yok. Ancak Che ‘yi her yerde görebilirsiniz. “Siempre Hasta Victoria “ “daima zafere doğru” anlamı olan bu sloganı biz 68 kuşağı “sürekli devrim” diye biliyoruz. Bu slogana uygun bir şekilde yürüyen bir Che heykeli heybetle alanda yükseliyor.

Grupta herkes çok heyecanlı. Che’nin heykeli önünde üzerinde Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in fotoğrafları olan pankart açıldı. Sağ yumruklar havada fotoğraflar çektirildi. Hatta gizli gizli alınan toprak mezarlarının üzerine serpilmek üzere Türkiye’ye getirildi.

O gün Santa Clara’da dans festivali var. Küçükten büyüğe değişik kıyafetlerle herkes kortejde. Kilise de ise rock müzik ziyafeti var.

İCAP yabancılarla ilgilenen kuruluş. Bize Santa Clara’da rehberlik yapıyorlar. Birisi de fotograf çekip daha sonra gruba satıyor. Santa Clara’da ayrıca Batista’nın Küba’dan kaçmasına sebep olan, asker ve cephane dolu treni Che komutasında ele geçirdikleri yere gidiyoruz. 28 Aralık 1959 da bu olay oluyor. Batista 31 Aralıkta kaçıyor. O zamanlar Kastro sosyalistim demiyor ve halk Batista’nın zulmünden o kadar yılmış ve karşı ki , ABD biraz da göz yumuyor bu harekete. Nitekim 1962 tarihinde araları açıldıktan sonra Kastro SSCB’yle yakınlaşıyor ve sosyalizmi ilan ediyor.

Akşam meşhur bir “paladar”da yemek yiyoruz. Kişi başı 22 cvp veriyoruz. Üç kişilik bir grup müzik yapıyor. Paladar lokanta evler diyebileceğimiz yerler. Aile işletmesi. Genellikle lokantalardan daha ucuz ve daha lezzetli ama bu gece gittiğimiz Mummy Paladar’ı bunun dışında ,çok pahalı yani lokanta fiyatında. Küba turizmden gelir sağlamaya karar verince aile işletmelerine pansiyon ve lokanta açma hakkı vermiş. Bunların kuralları var ve sıkı bir şekilde denetleniyorlar. Pansiyonda sizi yalnız bırakamıyorlar. Paladarlarda da 4-5 masayı geçemiyorsunuz. Bazı istisnalar var tabi.. Örneğin Çilek ve Çikolata filminin çevrildiği ev turistlerin ilgi merkezi..Eski görünümlü bir apartmanın 2. katında ve küçük bir lokanta kadar masası var .

Heminway’in Küba’daki önemi bir başka. Yıllarca Küba’da yaşamış. Politikayla ilgilenmemiş. Fahişeler, balıkçılar ve serserilerle arkadaşmış. İhtiyar Balıkçı ve Deniz’i yazdığı köye ve kafeye gidiyoruz. Bir masa ayrılmış . Devrimden sonra Hemingway Küba’dan ayrılmış. Ve bir süre sonra da intihar etmiş. Havana’da kaldığı otel müze yapılmış. Ayrıca gittiği lokanta ve kafeler çok meşhur ve pahalı.

“Rampa “ İspanyolca yokuş demek. Genellikle turistlerin dolaştığı yerler. Büyük sinemalar var. Sinema ve tiyatro 1 cp. Ayrıca Çilek ve Çukulata filminin ilk başındaki dondurmacı Coppelia burada Önünde uzun kuyruklar oluşuyor. Bu kuyrukta beklerseniz çok ucuz dondurma yiyebilirsiniz.Ya da kuyrukta beklemeden turist parasıyla biraz daha pahalı dondurma yiyebilirsiniz.


1 MAYIS İŞÇİNİN EMEKÇİNİN BAYRAMI

1 Mayıs sabahı saat 5’de yola çıkıyoruz. Polis basar mı,olay çıkar mı endişesi yok içimizde. Gençlik evinde birer sandviç tutuşturuyorlar elimize. O saatte sokaklar dolu . Otobüsler vızır vızır. Havana’da şimdiye görmediğimiz bir trafik yoğunluğu ve eski otobüslerin çıkardığı egzoz kokusu var. Kalabalıklar genellikle kırmızı bluzlu, yığın yığın devrim meydanına gidiyorlar. Biz de kırmızı bluzlarımız ,şapkalarımız ve pankartlarımızla 1 Mayıs marşını avaz avaz söyleyerek heyecan içinde meydana yürüyoruz. Devrim meydanı çok büyük bir alan. Jose Martin’in –İspanyollara karşı mücadele etmiş olan halk kahramanı şair - bir heykeli ve çok yüksek bir anıt var. Ayrıca bir duvarda Che’nin bir çizgi resmi ve diğerinde Latin Amerika halklarının devrimi üzerine bir slogan.. Bütün Latin Amerika ülkelerinden öğrenciler Küba’da okumaya geliyor. Nitekim meydanda etrafımızda Perulu, Meksikalı , Panamalı Venezuellalı gençler ve bayrakları var. ÖDP bayrağını görmek de bizi heyecanlandırdı. Hatta bir ara protokol arasından “tek yok devrim” pankartı açıldı. Korsan eylem yapmaya meraklı birilerinin Küba’da aynı işe kalkışması çok komikti.

Fidel saat 8:30 civarında konuşmaya başlıyor. Ondan önce şarkılar marşlar. Havana’nın her yerinde hoparlörler var. Özellikle yaşlılar bütün konuşmayı çok ciddi bir şekilde dinliyorlar. Gençler bir süre sonra yerlere yayılıyorlar. Zira bir gece önce üniversitede toplanmışlar , eğlence varmış ve hiç uyumamışlar. Bende biraz 19 mayıs duygusu yaratıyor. Bir iki yerde soruşturuyorum. 1 Mayıs törenlerine katılmak mecburi değil ama yöneticiler gitmeye teşvik ediyormuş (!).

Eski Havana da dolaşmak inanılmaz keyifli bir duygu. Hangi köşeyi dönseniz olağanüstü bir meydanla karşılaşıyorsunuz. Küba hükümeti özellikle meydanlardaki binaları restore ediyor. O kadar çok restore edilmesi gereken güzel bina var ki. Eski şehir adeta bir bina müzesi. Havana’da durumu iyi olanlar eski şehri terk etmiş. Rampa ve Mynamar tarafına taşınmış. Eski şehirde genellikle eğitim düzeyi düşük ve fakir halk yerleşmiş. Güzelim evlerde tavuk besleyen bile var.

Grubumuz Türkiye’ye dönüyor. Biz üç kişi. on gün daha Küba’da kalacağız. Aslında vize alabilseydik Meksika ya da Venezuella’ya gitmek istiyorduk.Gezinin sonunda vize alamadığımıza çok memnun oldum.Küba’yı keşfetmenin kolay olmadığını gördük.

Casa Particular (özel ev) denen pansiyonlardan birinde kalacağız. Oteller bütçemize göre fazla pahalı. Joel ve Cadilis’in pansiyonunda yer buluyoruz. Yüksek tavanlı 3 oda bir salon ve mutfaktan oluşan bir ev. İki odasında banyo, tuvalet ,klima var ve gecesi 25 cvp’ya kalabiliyorsunuz. Amerika Küba’yı o kadar benimsemiş ki Beyaz Sarayın aynısının küçüğünü Havana’ya yapmış. Eskiden parlamento binası olan kapitol şimdi müze ve kafe. Pansiyonumuz kapitolü denize bağlayan, Havana’nın en şık caddelerinden biri olan Prado’nun hemen arkasında.. Kahvaltı 3 cvp. Ananas, mango yumurta ve çay veriyorlar. Peynir çok pahalı . Kendimiz çarşıdan alıyoruz.

Fotoğraf makinem için kart arıyorum. Carlos 3 de bulabilirsin diyorlar. Burası Havana’nın en büyük çarşısı. Üç katlı çeşit çeşit dükkanların olduğu bir yer. Ne alırsan 1 cvp ya da 3 cvp ya satış yapan yerler var. Ancak teknoloji bizim yirmi yıl önceki durumumuzda.

Havana’daki Kristof Kolomb mezarlığı bir heykel müzesi gibi. Zaten giriş parası da alıyorlar. Ağaçlar dekoratif kesilmiş. Mezarlıkta pek çok boş yer var. Çok güzel heykellerin olduğu gruplar var.Özellikle bir mezar çok ilginç. Çocuğu olamayan kadınlar gelip önce mezara vurup kutsal ruhu çağıyor ,sonra dua ediyorlar. İnsanların inanma ihtiyacı ve umudu kaybetmeme isteği her kapıyı çalmasına sebep oluyor. Kapıdaki görevliye sorunca anlıyoruz ki bunların bir kısmı Küba’dan kaçan kişilere ait. Görevli bize bu mezarların özel kişilere ait olduğunu ve Kübadaki tek özel mülkiyet olduğunu söylüyor.


BİR DOLANDIRILMA HİKAYESİ.

Yolda yürürken yanımızda hızlı hızlı yürüyen uzun saçlı ,sarışın, otuz yaşlarında bir erkekle, memeler ortada güzelce bir kadın bize laf atıyorlar. Tipik Kübalı ilk cümlesi . “Where are you from?” Türkiye deyince “haaaaa türkiyaaa” diyorlar. Bu da öyle yaptı; sonra ismimizi sordu ve kendini tanıttı. Bu da karım ama İngilizce bilmiyor dedi. Kadın şirin şirin gülümsüyor. İki yaşında kızımız var ; ben bateri çalıyorum dedi. Gerçekten tipi çok uygun. Akşam gelin çaldığım yere Boeno Vista Social club’ın çaldığı yerde çalıyorum dedi. Biz de onları arıyoruz. Ben hemen sazan gibi atladım. Gelin size bir davetiye vereyim dedi. Ve bizi bir bara götürdü. Hemen mohitolar ısmarlandı. Bu arada puro ister misiniz? Arkadaşımın dükkanı var dedi. Biz o zaman uyandık. Yok istemeyiz dedik. Epey ısrar etti. Küba puroları orada yetişen tütünün cinsinden dolayı dünyada çok meşhur . Yaprak tütün sarılarak yapılıyor. Cinsine göre tek puronun fiyatı 20 cvp kadar çıkıyor. Ancak karaborsadan üçte bir fiyatına bulmanız mümkün. Zira tütün fabrikasında çalışanların istihkakı varmış onları satıyorlar . Ayrıca sahte puro da var. Hem etik olarak ,hem de sahte puro alma ihtimali olduğu için karaborsadan puro almamak en iyisi.

2cvp olan mohitoları 5. yıldızlı otel fiyatında 4 cvp den içtik .Enrigo ve karısınınkini de ısmarladık. Bir de “çocuğumuza süt alırsanız çok memnun oluruz. Biz bu mağazalardan alışveriş edemiyoruz “ dedi. Bir torba süt tozunu da 5 cvp’ya aldık. O üç istedi ama biz o zamana kadar bir şeyler döndüğünü anladığımız için çok pahalı deyip bir tane aldık. Oysa sonradan öğrendik ki her çocuğa yedi yaşına kadar devlet günde bir litre süt veriyor. Bu arada arkadaş olmuştuk. Ve sen dolandırıcın diyemedik . Onun adına utandık açıkçası.

Bu Küba’da turistik bölgelerde tipik dolandırma yöntemi. Kendilerine karı-koca süsü veren çiftler yolda giderken seninle arkadaş oluyorlar . Artık Allah ne verdiyse seni kazıklıyorlar. Önce ne zamandan beri Küba’dasın diye soruyorlar. Eğer 10 gün falan dersen yanına hiç yanaşmıyorlar. “Bu enayi turistleri şimdiye kadar birileri kazıklamıştır” diye düşünüyorlar sanıyorum. Tabi bu durum Küba’ya has değil. Dünyanın her yerinde turistik bölgelerde kazıklama var. Ama burada bunu sanat haline getirmişler kanımca.

Bütün ülkede her şey iki çeşit. Buna otobüsler de dahil. Turist otobüsleri klimalı yeni ve tabi ki pahalı. Halkın bindiği şehirlerarası otobüslerde klima yok ve çok ucuz. İsterseniz ona da binebilirsiniz. Trinidad’a gidiyoruz .Adeta açık hava müzesi. 18 ve 19. yüzyıldan kalma içleri antikalarla dolu otantik evler , UNESCO tarafından dünya kültür mirasına alınmış. Pencerelerde ahşap veya demir parmaklıklar var. Kapılar pencereler açık. Ayrıca her evde sallanan sandalyeler var. Bizim kaldığımız pansiyon da müze gibi . Sallanan sandalyelerin sırrını keşfediyoruz. Oturup sallandığın zaman rüzgar oluşturuyorsun. Sıcakla baş etmenin yolları olarak yüksek tavanlı evler, mermer salonlar, sallanan sandalyeler, avlular Trinidad’ın tipik mimarisini anlatabilir.

Akşamları gidilen dans barlar var. 1 cvp giriş parasıyla çok güzel müzik dinleyip, dans edebilirsiniz ya da sanki her biri profesyonel gibi dans edenleri seyredebilirsiniz. Ayrıca sizi her zaman dansa kaldıran birileri oluyor. Bir arsanın kenarında müzik yapan ve dans edenler ise giriş parasını veremeyen ya da vermek istemeyenlerin takıldığı yer. Orada ya da burada her yerde , her zaman müzik ve dans var.

Akşamları meydanda Afro-küba dansları yapan bir grup ve 15 kişilik orkestra var. Gösteri sonrası cd satıyorlar ve bahşiş topluyorlar.

Trinidad’tan Cienfuegos ‘e geçiyoruz. Turistlerin çok ilgi göstermediği bir yer . Bizimle de kimse fazla ilgilenmiyor. Bir cumartesi sabahı varıyoruz. Prado caddesi boydan boya çocukların çeşitli etkinlikler yaptığı bir alana dönüşmüş. Bale, eskrim, boks vb sporlar yapılıyor , oyunlar oynanıyor. Onlarca masa konmuş çocuklar satranç oynuyor belki de turnuva var. Aileler de izlemeye gelmişler. Bir tarafta cins köpeklerin yarışı var. Meydanda bir içki içiyoruz. Hemen bir grup geliyor ; sanki özel serenat yapıyor.

Varadero ise yirmi km beyaz kum sahili , pırıl pırıl denizi ve şık otelleriyle turistlerin geldiği bir bölge. Özellikle Kanada’dan gelip her şey içinde şık otellerde kaldıkları bir şehir. Civardaki Jamaica ve benzeri yerlere göre çok daha ucuz olduğu için tercih ediliyor. Küba da Kanada dolarını en karlı bozuyor. Pek çok Kanada’lı Küba’da Varadero dışında bir yeri görmeden geri dönüyormuş. Oysa Havana Varadero arası iki saat.ve Varadero da tipik Küba değil. Biz pazar günü oradaydık. Şemsiyesini, buz kutusunu alan Kübalılar kendini plaja atmıştı.

Bizim kordona onlar malecon diyorlar. Ve güneş batarken oltasını alanlar , aşıklar Havana’nın siluetine karşı fıstık yiyorlar. İncecik külahlarda satılan fıstık oranın özelliği. Bob Marley hayranı iki genç bize de ikram ediyorlar. Biz de denizden batan gün batımını seyredip son mohitomuzu içmek üzere gece geç vakitlere kadar güzel müzik dinleyip dans edebileceğiniz katedral meydanına gidiyoruz. Küba’yla vedalaşma vakti geldi. On beş gün çok az geldi. Küba’yı , Küba’lıları anlayabilmek, tanıyabilmek için kanımca daha epey bir on beş güne ihtiyaç var.

Not: cvp değişebilir küba pezosu için , cp Kübalıların kullandığı pezo için kullanıldı . cvp’ nin karşılığı hemen hemen 1 avro.